9 Ağustos 2023 Çarşamba

İki Adam Dört Bira

 

Sıcak bir yaz gecesinde iki yakın arkadaş bara otururlar, iki bira söylerler. Biralar gelene kadar pek konuşmazlar, tek iletişimleri çakmak uzatmak olur. Etrafa da pek bakmazlar, tanıdık görmeyi pek istemedikleri bir gecenin içindedirler. Biralar önlerine konur, birer sigara daha yakarlar. Hala tek kelime etmemişlerdir birbirlerine. Geçen kadınlara bakarlar, ufak bir şehir olduğu için aralarda birbirlerine bakıp piç gülüşü atarlar. Sonrasında tekrardan kendi ufak girdaplarına geri dönerler. Sonunda bir tanesi ‘’Uzun zaman sonra…’’ der, birasından az bir yudum alır. ‘’Uzun zaman sonra yeni tanıştığımız iki kadına sikmek için yaklaşmadık.’’ Cevap vermez diğeri. Haklı olduğunu belli edecek şekilde iki sigara çıkarır, yakar. Geride bıraktıkları bir-bir buçuk yıl içinde hayatlarına giren kadınları düşünürler istemsiz bir şekilde. Hiçbir kadın bu denli etkilememiştir onları, yıkımları bu kadar ağır olmamıştır.

İkinci biraları söylerler.

Gece çok ağır ilerlemektedir, zaman bir türlü geçmek bilmez. Çivilenmişlerdir oturdukları bar taburelerine. Birkaç kadını gözlerine kestirirler, kestirdikleri an akıllarına esas hatunları düşer. ‘’Bu gece ortalama bir kadınla, ortalama bir seks yaşayacağıma’’ der biri, ‘’Onunla çimenliklerde hiçbir şey konuşmadan oturmayı yeğlerim.’’ Bu sefer de diğeri cevap vermez. Aynı şekilde iki sigara çıkarır, yakar. Sinirli değillerdir, üzgün değillerdir ama kırgındırlar. Bir saniyeliğine bile olsa olayların kendi istedikleri şekilde ilerleyebileceğine inanmışlardır. Yine de pek çaba göstermemişlerdir, akışın içinde mutlu olunabileceğini düşünen insanlardır.

Biraları biter, son sigaralarını yakarlar.

Mekanda üç-beş insan kalmıştır sadece, fark etmezler bunu. İkisi de kamburu çıkık bir şekilde kollarını bara dayayarak sigaralarını içmektedir. Bu ruh halinden ömürleri boyu çıkamayacaklarının farkındadırlar. Kadınlardan bir şey beklemezler, kadınlardan hiçbir şey beklemezler.

‘’Kadınlardan bir şey beklemeyi acizlik olarak görmeseydik keşke’’ der biri. 

Arka fonda Incubus’dan Love Hurts çalmaya başlar, sigaralarını söndürüp mekandan çıkarlar.

2 Ağustos 2023 Çarşamba

Anamın Amına Geri Dönmek İstiyorum

 

Kaçıncı biradayım hatırlamıyorum. Masa çok kalabalık ama hepsi de tanıdığım, sevdiğim insanlar. O yüzden rahatsızmış gibi görünmek pek de içimden gelmiyor. Aralarda muhabbete dahil olmaya çalışıyorum ama nafile, üç kelimelik bir cümle bile kuramıyorum. Sigara ardına sigara yakıp dinliyorum sadece, ılımış biramı dipleyip yenisini söylüyorum.

Bar kapandıktan sonra açık olan başka bir mekana geçmeye karar veriyoruz. Bizimkiler yürürken ben ağır ağır sigaramı içiyorum. Motorla geldiğim için şanslı hissediyorum kendimi, yürümeye hiç mecalim yok. Mekana vardıktan sonra boş bir masa ayarlayıp oturuyorum, bizimkilerin gelmesi de pek uzun sürmüyor. En köşedeki sandalyeye atıyorum kendimi, konuşmayı geçtim dinlemek bile istemiyorum artık ortamı. Edilen sohbetler fena değil ama, o gün bugün değil. Biramı bitirdikten sonra sigaramın bittiğini fark ediyorum, arkadaşımdan tek dal alıyorum ve herkese selam verdikten sonra çıkıyorum mekandan.

Eve doğru giderken fikrimi değiştiriyorum ve kampüs tarafına uğrayıp sigara almaya karar veriyorum. Yalan söylemeyeceğim, eve de gidesim pek yok zaten. Yolların bomboş ve kafamın da hafifçe güzel olması sürüş zevkini iki-üç katına çıkarıyor. Açık bir tekel bulup motoru tekelin önüne park ediyorum. Tekelde çalışan kız dükkanın yan kapısından beni görüp içeri giriyor, başka bir yere gitme ihtimalim olmadığını düşünüyor haklı olarak. ‘’Bir tane Camel Soft’’ diyorum, ardından bira da alıyorum. Parayı verdikten sonra ‘’Yan kapıdan çıkar mısın?’’ diyor. Nedenini sorduktan sonra da ‘’Öyle işte’’ diyor sadece. ‘’Yan kapıdan çıktıktan sonra tekrar ön tarafa geçeceğim ama’’ diyorum. ‘’Yapabileceğim bir şey yok’’ diyor. Anlamsız geliyor ama yine de kızın dediği şekilde yan kapıdan çıkıyorum ve birayı çantaya attıktan sonra yola devam ediyorum.

Kampüsün çıkışındaki ışıklara vardığımda eve doğru gitmek yerine istemsiz bir şekilde sağa kırıyorum. Vitesi arttırıp hızlandıkça başka boyutlara geçiyorum sanki, hafiften bir ürperti hissediyorum vücudumda. Nereye gittiğimi bilmiyorum, sadece gidiyorum. Şehir daha da ufalıyor gözümde. Vitesi boşa alıp sakin sakin sürmeye başlıyorum yokuş aşağı olan bir ana yolda. Etrafıma baktığımda çocukluğumun geçtiği mahalle olduğunu fark ediyorum. Ara sokağın birine dalıyorum, evlere dikkatlice bakıyorum. Değişen bir şey var mı yoksa yok mu anlayamıyorum bir türlü, hatırlayamıyorum o yıllardaki görünüşlerini. Ve birden doğduğum ve çocukluğumu geçirdiğim ev karşıma çıkıyor. Motoru apartman kapısının önüne park ediyorum ve çantadan biramı çıkarıp evin karşısındaki parka oturuyorum.

Garip hissediyorum, kim bilir kaç sene önce geldim buraya. Sigaramdan çektiğim her nefeste biraz daha kötü hissediyorum kendimi. Çocukluğumla yüzleşiyorum sanki, tam karşımda oturuyor ve kızıp bağırıyor. Taso oynarken görüyorum kendimi, mahalle maçında dayak yerken görüyorum, kardeşlerimi alıp annemi aramaya çıktığımız günü görüyorum. Hepsini gördükçe ağlamaya başlıyorum, tutamıyorum kendimi. Karşımdaki çocuk konuşmaya devam ediyor; ‘’Sen de kimsin?’’ diye soruyor, cevap veremiyorum. ‘’İçindeki saflığı ne zaman kaybettin?’’ diyor, bu soruya da cevap veremiyorum, sadece ağlıyorum. Ağladıkça anılarım gel git dalgası yaratıyor beynimde, durduramıyorum. Bir sigara daha yakıyorum ve biraz rahatlıyorum sonunda, çocuğun gittiğini fark ediyorum. Göz yaşlarımı silip biramı dikiyorum.

Parktan kalkıp apartmanın önüne geliyorum, uzun uzun bakıyorum. Balkona bir çocuk çıkıyor, el sallıyor bana ve ardından koşarak içeri giriyor. Bir sigara yakıp motora atlıyorum ve sakin bir şekilde sürmeye başlıyorum. İyi hissediyorum kendimi, günahlarından arınmış gibi. O çocuğu bir daha asla görmeyeceğimi biliyorum, görmeyi de istemiyorum.

Güneş yavaş yavaş doğmaya başlıyor.

2 Mayıs 2023 Salı

 

Boş sigara paketini buruşturup fırlatıyorum masaya, ardından biram geliyor. Gece saat on ikiye yaklaşıyor, etrafta pek ayık insan kalmadı. Yan masada iki tane çıtır denilebilecek kız var. Birinin saçları ve dövmeleri fazlasıyla dikkat çekici, ötekininse göğüsleri. Göğüsleri güzel olan kız diğer kıza oranla biraz daha sarhoş. Arada bana bakıp hemen kafalarını çeviriyorlar, ortalama erkekleri övdükleri vasat muhabbetlerine devam ediyorlar. Yanımdaki diğer masada ise kalabalık bir arkadaş grubu var, dört erkek ve iki kadın. Kadınlardan birinin yanında sevgilisi olmasına rağmen fazlaca kesiyor beni, bu gece dayak yemek istemediğim için göz göze gelmemeye çalışıyorum. Masaya biraz daha dikkat kesildiğimde kalan tek kızı kimin sikmek istediğini hemen fark ediyorum. Kızın tam karşısında oturan ve en son dolar sekiz dolaylarındayken sevişmiş olduğunu tahmin ettiğim temiz yüzlü dağ ayısı. Adam sürekli bağırarak konuşarak masadaki diğer erkeklerin sesini bastırmaya çalışıyor ve kız ne derse desin ters düşmeye özen gösteriyor, anlamak pek zor değil. Ardından kendime geri dönüyorum. Masanın üzerinde buruşmuş sigara paketi, yarısı içilmiş bira şişesi, bakkaldan alınan beş liralık çakmak, ağzına kadar dolu küllük ve iki saat kadar önce aldığım küçük İskender’in bir kitabı var. ‘’Burada ne arıyorsun?’’ diyorum kendi kendime. ‘’Ne işin var burada?’’ Nerede olduğum fark etmeksizin çokça sorduğum bir soru bu son zamanlarda. Sosyalleşmek mi istiyorsun? Tek başına içmeye çıkmak sosyalleşmek değildir. Seks mi arıyorsun? Hemen yanındaki göğüsleri güzel olan kızı siktikten sonra yaşayacağın ruh halini çok iyi biliyorsun. Yalnızlık tribine mi girmek istiyorsun? O tripte olmadığın başka bir anın yok artık hayatında. Ne yaparsam ve nerede olursam olayım aynı soru dönüyor beynimin en uç kıvrımlarında. Kendimden çok uzaklaşmışım gibi hissediyorum ve bu uzaklaşma şiddetle artıyor her geçen saniyede. Hayatımda ilk defa bir şeylere aidiyet gütmek istiyorum, çırılçıplak bir şekilde kalabalık bir sokağın ortasında savunmasız bir şekilde bekliyorum sanki. Bir bira daha söylüyorum ardından, bir sigara daha yakıyorum. Derin bir iç çekiş ve güçlü bir yudum.

Mekan iyice boşaldı artık, birkaç masa dışında kimse kalmadı. Oturduğum sandalyeye çivilenmiş gibiyim, kalkmak gelmiyor içimden. Eve de hiç gidesim yok zaten. Ama yine de biramı dipleyip çıkıyorum dışarı. Hafif bir soğuk çarpıyor yüzüme, biraz kendime geliyorum. Tekele gidip üç bira daha alıyorum ve bankın birine çöküyorum. Etraf iyice sessizleşiyor her bir sigara yakışımda. Bu sessizliği özlediğimi fark ediyorum. Hayatım son sekiz-dokuz aydır bir roller coaster treni gibi ve cebimde de bir self-destruction butonu var. Bu yüzden uzaklaştım belki de kendimden. Durup kendimi dinlediğim anlar eskiye kıyasla yadsınamayacak bir oranda azaldı. Sürekli birileri geliyor, birileri gidiyor, birileri konuşuyor, birileri bağırıyor. Zihnen ve bedenen çok yorgunum, geçeceğini sanmadığım bir yorgunluk bu. Kendimi iyi hissettiğim anlarda da, bok gibi geçirdiğim gecelerde de şiddetlenerek artacak bu yorgunluğum.

Kalan birayı bitirip eve doğru yürümeye başlıyorum ve kulaklığımı takıp bir sigara yakıyorum. Emre Nalbantoğlu’ndan Yansam çalmaya başlıyor, sokak daha da sessizleşiyor…

28 Şubat 2023 Salı

 

Odayı yarı zamanlı aydınlatan loş bir ışık, yarısı içilmiş bira şişeleri, fark edilmemesi imkansız bir hale gelen küllükteki ruj izli sigara filtreleri, kırılmış bardaklar, kaybolmuş sütyenler, ince bir duvar ve duvarın ardından duyulan kadın inlemeleri, dağınık kitaplıklar, yazmaya başlanılamayan romanlar, gazı bitmiş çakmaklar, asıl güzelliği gecenin karanlığında ortaya çıkan beyaz tenli bir kadın ve yolun hemen karşısındaki tekelden aldığı ucuz bir kırmızı şarap, alkolün ve depresifliğin yarattığı etkiden dolayı takılmayı unutulan prezervatifler, sahte inlemeler, daha da sahte inlemeler, sokak lambasının aydınlattığı ve yalnızca seks esnasında fark edilen kurumuş bir ağaç, arka fonda çalan yaşlı ve hüzünlü bir şarkı, iki sevişme arasında yakılan sigaralar, çıkış noktası olarak görmemize rağmen bizi daha da dibe batıran kadınlar, yakıcı bir yalnızlık, yıpratıcı bir geçmiş ve bizi bekleyen daha da yıpratıcı bir gelecek. Ama bütün bunlardan önce; ilk anda abartısız gelen ama etkisi zamanla büyüyen bir kadının gecenin üçünde kurduğu sert, keskin ve soğuk cümlelerin bünyede bıraktığı hazımsızlık hissi ve onu son defa görüyor olmanın verdiği sarhoşlukla içilen iki dal camel soft…

5 Ocak 2023 Perşembe

Taze Yazar Günlükleri

 

Çıkalı henüz iki hafta olmuş olmamış ilk romanımdan on tanesini tozlu, siyah bir poşete koyup Emek Kitabevi’ne giriyorum. Serkan abi geleceğimi bildiği için pek şaşırmıyor. ‘’Taze yazarımız da gelmiş’’ diyerek hemen yanındaki kişisel gelişim kitaplarına göz gezdiren kırklı yaşlardaki adama beni tanıtıyor. Adam pek oralı olmuyor haliyle, çokça başıma gelen bir şey bu. Ömrü boyunca yazmak isteyip de götünü sandalyeye bir türlü koyamayan her kitap sever, yirmilerinin ortasında ilk kitabını çıkarmış gençleri pek sevmezler. Ama adam yine de alıyor kitabı, bir de imza istiyor. Buraya gelmemin amacı da zaten elimdeki on kitabı en kısa sürede satmak ve kazandığım paralarla bira içmeye gitmek. O yüzden kimin aldığının pek bir önemi yok. Yeni gelen Bukowski kitaplarına bakıyorum, hepsi elimde var. Irvıne Welsh’in Porno’su için indirim istiyorum Serkan abiden ama yok, indirimli hali bile yeterince pahalı. Sigara içmeye çıkarken dükkan yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Ben dışardayken Serkan abi bir tane satmış bile, imza için bağırıyor içeriden. Tatlı bir kıza benziyor, ismini soruyorum ve imzamı atıyorum. ‘’Böyle her sattığımızı imzalayacak mıyım?’’ diyorum Serkan abiyle uğraşır bir ses tonunda. ‘’Yavşağa bak’’ deyip gülüyor. Kaybedenler Kulübü Yolda’nın senaryo kitabını kurcalıyorum biraz, ardından tekrar sigara. Sigarayı atıp içeri girdiğimde kızın biri benim romanı kurcalıyor. ‘’Güzel kitaptır’’ diyorum. ‘’Okudunuz mu?’’ diyor. Serkan abi beni işaret ederek ‘’Kitabın yazarıdır kendisi’’ diyor. Kız şaşırıyor ve ‘’Sende hiç yazar tipi yok ama’’ diyor. ‘’Yazarlar neye benzer?’’ diyerek bir klişeyi yaşatıyorum. ‘’Bilmem ki’’ diyor. ‘’Fötr şapkan ve fuların olması lazım.’’ ‘’Onları üçüncü romandan sonra takacağım’’ diyorum dalga geçerek. Kız cevap vermiyor ve Zweig’ın herhangi bir aç bitir kitabını alıp çıkıyor.

Dokuz kitap satılıyor öğleden sonraya doğru. Tam çıkmaya hazırlanırken bir kız giriyor içeri. Küt saçlı, beyaz tenli ve üstündeki ‘’Drink More Beer’’ tişörtünden anladığım kadarıyla giyinmesini bilen bir kız. Serkan abi kızı tanıdığı için hafif sitemli bir ses tonuyla ‘’Nerelerdesin kız ne zamandır?’’ diyor, ardından ikimizi tanıştırıyor. ‘’Ahmet’in de yeni romanı çıktı’’ diyor. ‘’Aynı zamanda albümü var ve blues grubuyla sahne de alıyor.’’ Kız içten bir şekilde ‘’Eyvah düşüyorum’’ deyip gülüyor, ben de zafer işareti yapıyorum. Ardından romanın arka kapağını okumaya başlıyor. ‘’Romanın ismine aldanma’’ diyorum. ‘’Çok fazla cinsellik yok.’’ ‘’Olsa bile ne olacak ki?’’ diyor. Gün içinde her beş kişiden üçüne kitabın cinsellik üstüne bir roman olmadığını anlatmaya çalıştığımdan bahsediyorum kıza. ‘’Belki sen de öyle anlarsın sandım’’ diyorum. ‘’Millete aldanma’’ diyor. ‘’İnsanlar mal.’’ Sigara içmeyi teklif ediyorum, kabul ediyor ve çıkıyoruz. ‘’Şu cahillere bak’’ diyor yoldan geçen onlarca insanı göstererek. ‘’Kendilerini dünyanın sahibi zannediyorlar.’’ ‘’Ömer Hayyam’’ diyorum. ‘’Severim.’’ Pek konuşmadan öylece dikilip insanları izliyoruz sadece. ‘’Bir roman yazmış olmaktan mutlu musun?’’ diyor. ‘’Sanmam’’ diyorum. ‘’Yazmamış olmayı dilediğim çokça ânım oldu.’’ Kızda adını koyamadığım garip bir şeylerin olduğunu fark ediyorum. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi geliyor, ne sorarsam sorayım alacağım cevapları içten içe biliyorum. İçeri girip birkaç Hemingway kitabı kurcalamaya başlıyor. İçerisi iyice kalabalıklaşmış biz sigaradayken. Yaşlı Adam ve Deniz’i raftan çekip alıyor. ‘’Okumalısın mutlaka.’’ O benim romanımı, ben de Yaşlı Adam ve Deniz’i alıp çıkıyoruz. İkimizin de aklında tek bir soru var gibi, dayanamayıp yapıştırıyorum; ‘’Bira mı içsek?’’ ‘’Aklımı okudun ama buna şaşırmıyorum’’ diyor ve herhangi bir boktan bara gitmek yerine evine gitmeyi teklif ediyor, tartışmasız kabul ediyorum.

Tekelden dörder bira alıp eve geçiyoruz, iki paket de Camel soft. Uzun zaman sonra ilk defa bir kıza bu denli heyecan duyuyorum. ‘’Açmamı istediğin bir şarkı var mı?’’ diye soruyor. ‘’Fark etmez’’ diyorum. Motörhead’den God Was Never on Your Side’ı açıyor, çok severim. Üstünü değiştirmek için odasına geçtiğinde kitaplığını kurcalamaya başlıyorum. Nick Cave’in Kusmuk Torbası Şarkısı’nı alıp en sevdiğim bölümü okuyorum. ‘’Biliyor musun bu kitabı’’ diyor ve biraları getiriyor. ‘’Evet’’ diyorum. ‘’Kitap fuarında şans eseri rastlayıp hemen almıştım.’’ ‘’Ben de İzmir’de boktan bir sahaftan yürütmüştüm’’ diyor. Koltuğa geçip biraları açıyoruz, hiç konuşmuyoruz neredeyse. Bir anda odasına gidiyor ve sarılmış bir şekilde ot getiriyor. Arka fonda Philip Sayce’den Alchemy, hiç tanımadığım bir kızın evinde kaliteli bir ot ve bira. İyice gevşiyoruz sigaranın sonlarına doğru. Kalan son biramı açıp kafamı koltuğa yaslıyorum ve yanıma geliyor. Bu denli bir cinsel gerilimi uzun zamandır yaşamadığımı fark ediyorum tekrardan. Kafasını omzuma koyuyor. Romantikleşmek de istemiyorum, kızı sikip ardından gitmek de, bu duyguya çok yabancılaşmışım. Ama dayanamayıp dudağına bir öpücük konduruyorum. Ardından yanağından boynuna doğru inmeye başlıyorum. Tişörtünü çıkarırken dudağıma yapışıyor. Durduramıyoruz kendimizi, sütyenini çıkarıp göğüs uçlarını ısırmaya başlıyorum. Kız da pantolonumu çıkartmaya çalışıyor can havliyle. ‘’Bekle’’ diyorum ve çıkarmasına yardım ediyorum. Hayatımın en güzel saksosunu çekmeye başlıyor. Erken gelmekten korktuğum için çok uzun tutmuyorum. Kızı yatırıyorum ve oral sekse başlıyorum. Temposu yavaş yavaş artan dil darbeleriyle beraber parmağımı da sokup çıkarıyorum. İnledikçe daha da hızlanıyorum. Artık dayanılmaz bir noktaya geliyoruz ve içine giriyorum. Bu sefer yavaş yavaş hızlanmak yok, tempoyu çok hızlı alıyorum. Erken gelmekten de korkmuyorum artık, içimdeki bu hayvani dürtüyü baskılamak istemiyorum. Defalarca sevişmiş gibiyiz, seks esnasında çok iyi tanıyoruz birbirimizi. Pozisyon değiştirip kucağıma alıyorum ve daha da hızlanıyoruz. Vücudunda dokunduğum neresi varsa alev alev yanıyor ve bu beni daha da fazla iştaha getiriyor. Seksi bu kadar anlamsızlaştırdığım bir dönemde böylesine bir kadına rastladığım için çok iyi hissediyorum. Ve sonunda, boşalıyorum.

Terden sırılsıklamız, yorgunluktan sehpada duran sigaraya uzanmaya bile üşeniyorum. Olduğumuz yerde kalıyoruz ikimiz de. Hemen giyinip gitmek istemiyorum, işin en güzel taraflarından biri de bu. ‘’Bu yaşadığımız seksi yazacak mısın?’’ diye soruyor, hafifçe gülümsüyor ve sehpadan sigara paketini alıp bana ve kendine yakıyor birer tane. ‘’Şuan en son düşündüğüm şey bir şeyler yazmak’’ diyorum ve sigaramdan derin bir nefes çekiyorum. Kızı izlemeye başlıyorum, çok güzel gözüküyor çıplak bir şekilde bacak bacak üstüne atmış haliyle sigarasını içerken. Bir tablonun içinde gibiyiz sanki. En son ne zaman seviştikten sonra bir kızın bu kadar güzel gözüktüğünü hatırlamaya çalışıyorum ama bulamıyorum. Elimden tutup kaldırıyor beni, yatak odasına gidip yatıyoruz. Arka planda Scorpions’dan When the Smoke Is Going Down çalmaya devam ederken, uykuya dalıyorum.

2 Ocak 2023 Pazartesi

 

Aranıyorum, ölü ya da diri. İkinci biram geldiği anda Bon Jovi’den Wanted Dead or Alive çalmaya başlıyor. Etrafıma baktığımda benden başka tek takılan kimsenin olmaması iyi mi hissettiriyor yoksa kötü mü bilemiyorum. Eski Amerikan barlarındaki yalnız kovboylar gibi hissetmeye başlıyorum kendimi. Dışarıda bir atı olan ve geri dönebilmek için gidebileceği en uzak mesafeye gitmeye çalışan. Bunu yapabilecek biri değilsin diyorum içimden, korkak ve sıkılgansın. Aklımda bu düşünceler dolanırken bir kız geliyor yanıma, beni nereden tanıdığını soruyor. Kafası yeterince güzel, göğüsleri de tabi. ‘’Bilmiyorum’’ diyorum. ‘’Büyük bir şehir değil burası, birçok yerden tanıyabilirsin.’’ ‘’Sahafın vardı değil mi?’’ diyor biraz sallanarak. ‘’Evet’’ diyorum. ‘’Ben seni hatırlayamadım ama, malum çok müşterim yoktu.’’ Sigara yakıyor ve o zamanlarda çok çirkin olduğundan bahsediyor. ‘’Çok da çirkin değilsindir’’ diyorum biraz yavşakça bir şekilde. Kız konuyu uzatmıyor ve önerdiğim yazarları saymaya başlıyor. ‘’Kaçını okudun?’’ diyorum. ‘’Hiç’’ diyor. Neden battığımı artık daha iyi anlıyorum. Arkadaşlarının çağırması üzerine kız iyi akşamlar deyip gidiyor yanımdan, boktan muhabbetlerine devam ediyorlar. Çevredeki herkes halinden çok memnun görünüyor. Sağ taraftaki çift yüksek ihtimalle ilk buluşmalarında, onların yan masasındaki dört kişilik arkadaş grubu kafayı bulmuş ve kızarmış patatese abanıyorlar, yan varildeki adam yanındaki çirkin ama açık giyinmiş kadını yatağa atabilmek için türlü numaralar yapıyor. Hayvanat bahçesinden farksız bir yer burası, otur ve insanların neler yaptıklarına bak. İş yoğunluğundan ya da bir takım saçma sebeplerden dolayı haftanın tek günü içmeye çıkan adamların kurduğu saçma cümleleri dinle, hayat hakkında ne yapacağını değil ama ne yapmayacağına dair yüksek oranda fikir verir o boktan cümleler.

Böyle biri olmak istemedim hiçbir zaman, sürüye ait olmayı istemedim. Kaçabildiğim her şeyden kaçmaya çalıştım. Aykırı olma arzusu değildi bu, hiçbir şeye ait hissedememekti kendini. Ne aileme, ne yaptığım işlere, ne sevdiğim kadına, ne de tuttuğum takıma. Farkındalık bizi gün geçtikçe zehirliyor. Geçen her saniyede daha da mutsuz hissediyorum kendimi. Yapay mutlulukları yavaş yavaş tüketiyorum. İlerideki masada süveter giyip, berbat bir kokteyl söylemiş adama imreniyorum. Yarım saat arayla bir yudum alıp sürekli gülüyor ve bir şeyler anlatıp yanındaki insanların da gülmesini sağlıyor. Böyle adamlara nefret beslerdim eskiden ama artık içimden sövmeye bile gücüm kalmadı. Çünkü böyle mutlular, böyle ayakta kalıyorlar. Burası bir savaş alanı ve ben silah tutmasını beceremeyen en çelimsiz askerim.

Biraları devirdikçe kendime olan nefretim katlanıyor. Kafamı duvarlara vurmak istiyorum, acı çekerek kendimi öldürmek istiyorum. Yaşamaya hakkım olmadığını düşünüyorum, çektiğim her nefeste zehirleniyormuş gibi hissediyorum. Yavaş yavaş boğuluyorum. Bir çıkar yolu yok önümde. Ha şimdi ölmüşüm ha elli yıl sonra, ikisinin arasında hiçbir fark yok. Orta çağ avrupasında bir köylü olmayı isterdim, ya da Çanakkale savaşında beynine mermi yiyen herhangi bir çocuk, anlamsızlığın ortasında anlamsız bir ölüm. Ölmek şu yaşadığımız dönemde artık çok daha zor ve aynı oranda kolay. Kendimizi bin bir çeşit şekilde öldürebiliriz ama çevre faktörleri git gide azalıyor. Altmışlı yaşlarda ölen insanlar için daha gençti diyorlar. Karşılarındakini ölüme yakıştıramadıkları için değil, kendileri o yaşlarda ölmek istemediği için. Kendime duyduğum nefret arttıkça insanlardan nefret etmemeye başlıyorum, aciz hissediyorum. Ayaklarım tutmuyor sanki, beynim durmuş ve iç organlarım iflasın eşiğinde. Yok olmayı istiyorum aniden, hiç var olmamayı. Bu beden benim bedenim değil, aklımdan geçenler benim düşüncelerim değil. Aynaya baktığımda karşımda gördüğüm yüz benim yüzüm değil. Hiç var olmadım belki de, bu yüzden asla yok da olmayacağım.

Kalan biramı dikip çıkıyorum bardan. Bir sigara yakıyorum ve düşündüğüm her şeyin anlamsız olduğuna kanaat getiriyorum. Eve dönerken Efe’nin kurduğu bir cümle aklıma geliyor; ‘’İnsan bazı gecelerde otuz bir çekip ardından yatmasını bilmeli.’’ Hafifçe gülümsüyorum ve buz gibi soğukta ellerim cebimde yürümeye devam ediyorum.

18 Ekim 2022 Salı

 

‘’Gidecek hiçbir yerimin olmaması gerçekten çok kötü’’ diye geçirdi içinden gecenin üçünde. ‘’Gidecek yerin var’’ dedi yanındaki kadın. ‘’Gidecek kimsen yok.’’ ‘’Neden böyle oldu?’’ diye sordu. ‘’Sen yaptın’’ dedi kadın. ‘’Çevrendeki herkesi teker teker uzaklaştırdın kendinden. Sen kaçmadın, onların kaçmasına izin verdin. Hatta yardım ettin gitmeleri için.’’ ‘’Bile isteye yapmadım’’ dedi ve kalan son sigarasını yaktı. ‘’Kandırma kendini’’ dedi kadın. ‘’Her şeyin farkında olduğunu en iyi sen biliyorsun.’’ ‘’Dört gün önce’’ dedi. ‘’İlk defa intihar etmeyi düşündüm.’’ ‘’Biliyorum’’ dedi kadın. ‘’O yüzden buradayım.’’  ‘’Ne yapmam gerekiyor?’’ diye sordu. ‘’İnsanları kendinden uzaklaştırdın diye intihar etmeyeceğini ikimiz de çok iyi biliyoruz’’ dedi kadın. Ardından iki sigara çıkarıp yaktı, birini adama verirken; ‘’Ölmeyi istiyorsun çünkü artık saklayamıyorsun kendini, kimseyi istemiyorsun yanında. Yanında olmasını en çok istediğin insanı bile yeterince istemiyorsun, kendini kandırıyorsun. Parkta bira içerken o kızı düşlemen daha çok hoşuna gidiyor yanında olmasından.’’ Bir süre sessiz kaldılar. Yaşadıkları en gürültülü sessizliği kadın bozdu ve ‘’Ölmemek için hiçbir sebebin yok’’ dedi. ‘’Ama yaşamak için var’’ diye karşılık verdi adam. ‘’Yaşamak diye adlandırdığın şey’’ dedi kadın. ‘’Yok olmaya her gün bir adım daha yaklaşmak sadece.’’ Adam cevap veremedi, kalktı ve pencereyi açtı. Oturdukları mutfak yavaş yavaş soğumaya başladı. ‘’Ölümden kaçma’’ dedi kadın. ‘’Benden kaçma.’’ ‘’Ya ölmeyi istemiyorsam?’’ diye sordu. Tekrardan sigara yaktı. ‘’İstemeseydin bu gece beni çağırmazdın’’ dedi kadın. ‘’Hala kendini kandırmaya çalışıyorsun.’’ ‘’İnsanlar kendilerini kandırmıyor mu?’’ diyerek sitemli bir çıkış yaptı adam. ‘’Bir tek benim mi kandırmam suç?’’ ‘’Çevrendeki insanlara bakmadın mı hiç?’’ dedi kadın. ‘’Hepsinin en derin mutsuzluklarında bile mutluluk kırıntıları var. Senin ise en mutlu olduğun anlarında bile içini yas bürüyor, kafanı yastığa koyduğunda huzursuz hissediyorsun. Çünkü mutluluğa inanmıyorsun, mutsuzluğa da inanmıyorsun. Tek inandığın ölüm.’’  ‘’Peki intihar korkakların işi değil midir?’’ diye sordu adam. ‘’Hayatta kalmak korkakların işidir’’ dedi kadın. ‘’Bu hayatta yapılacak en cesur eylem insanın kendi kararıyla kendini öldürmesidir. İnsanlar özgürlük adı altında yüz yıllardır zırva masallar anlatıyorlar. Özgürlük diye bir şey yok. Özgür olduğun tek an, hayattan kendini kopardığın an.’’ ‘’En büyük korku olan ölüm korkusunun üstüne gidiyorsun çünkü’’ dedi adam. ‘’Yavaş yavaş bir şeyleri kavramaya başladın’’ dedi kadın. Kadının adama gülümsemesiyle birlikte adam daha da üşümeye başladı. Kalkıp pencereyi kapattı, bir bardak su içti ve kadının paketinden bir tane daha sigara çıkarıp yaktı. ‘’Korkuyorum’’ dedi. ‘’Belirsizlikten çok korkuyorum.’’ ‘’Hayat belirsizliktir’’ dedi kadın. ‘’Hayattan korkuyorsun, ölümden değil.’’ ‘’Peki bu gece ölmezsem ileride hiç mi mutlu olamayacağım, hiç mi güzel günler göremeyeceğim?’’ dedi adam. ‘’Göreceksin elbette. Çok güzel zamanlar, hisler yaşayacaksın. Hayatına çok güzel insanlar girecek, çok mutlu olduğun anlarla dolu olacak hayatın’’ dedi kadın. ‘’Ama kalbin hep kırık olacak. Nefes alarak geçirdiğin her saniyenin sonunda farkında olmadan biraz daha ölmek istediğini anlayacaksın. Tüm hayatın boyunca yaşadığın derin huzursuzluk hali artık katlanılmaz noktaya gelecek, tüm vücudunu bir virüs gibi kaplayacak. Daha çok alkol, sigara ve uyuşturucu tüketeceksin. Yeni kadınlar girip çıkacak hayatına ama şuana kadar gelenlerde olduğu gibi sana dayanamayıp gidecekler eninde sonunda. Daha sinirli olacaksın, daha katlanılmaz olacaksın. Çevren daha fazla şikâyetçi olacak senden. Hiçbir işte dikiş tutturamayacaksın. Oturup boktan kitaplar ve şarkılar yazıp kendini tatmin etmeye çalışacaksın ki şunun farkındasın; bu hayatta somut veya soyut hiçbir şey seni asla tatmin etmeyecek günün sonunda. Geçmişe bağlı kalacaksın, yarına gözlerini kapatacaksın. Sevdiğin kadar asla sevilmeyeceksin ve sevildiğin kadar da asla sevmeyeceksin. İnsanlar senin için sadece zaman geçirdiğin birer araç olarak kalacak. Hiçbir insanın yanında kendini rahat hissetmeyeceksin. Kayıtsızlığın şiddetle artacak, çoğu insanın hoşuna gidecek bu durum ama bir şeyler hissetmeyi şimdikinden de çok isteyeceksin. Çünkü hala bir şeyler hissedebiliyorsun, ölüm gibi. İleride ölümü bile hissedemeyeceksin.’’ Adam oturduğu sandalyeden kalktı, lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı ve aynada uzun uzun kendini izledi. Hayatı boyunca ilk defa ayna karşısında gülümsedi ve mutfak kapısının önünde durdu. ‘’Gelmiyor musun?’’ dedi kadına. Beraber odaya geçtiler, kapıyı kapattılar. Kadın adamı dizlerine yatırdı, saçlarını okşamaya başladı. Adamın yavaş yavaş uykusu geliyordu. Asla uyanamayacağını bildiği halde derin bir uykuya daldı, bir daha uyanmamak üzere...

İki Adam Dört Bira

  Sıcak bir yaz gecesinde iki yakın arkadaş bara otururlar, iki bira söylerler. Biralar gelene kadar pek konuşmazlar, tek iletişimleri çakma...