2 Ocak 2023 Pazartesi

 

Aranıyorum, ölü ya da diri. İkinci biram geldiği anda Bon Jovi’den Wanted Dead or Alive çalmaya başlıyor. Etrafıma baktığımda benden başka tek takılan kimsenin olmaması iyi mi hissettiriyor yoksa kötü mü bilemiyorum. Eski Amerikan barlarındaki yalnız kovboylar gibi hissetmeye başlıyorum kendimi. Dışarıda bir atı olan ve geri dönebilmek için gidebileceği en uzak mesafeye gitmeye çalışan. Bunu yapabilecek biri değilsin diyorum içimden, korkak ve sıkılgansın. Aklımda bu düşünceler dolanırken bir kız geliyor yanıma, beni nereden tanıdığını soruyor. Kafası yeterince güzel, göğüsleri de tabi. ‘’Bilmiyorum’’ diyorum. ‘’Büyük bir şehir değil burası, birçok yerden tanıyabilirsin.’’ ‘’Sahafın vardı değil mi?’’ diyor biraz sallanarak. ‘’Evet’’ diyorum. ‘’Ben seni hatırlayamadım ama, malum çok müşterim yoktu.’’ Sigara yakıyor ve o zamanlarda çok çirkin olduğundan bahsediyor. ‘’Çok da çirkin değilsindir’’ diyorum biraz yavşakça bir şekilde. Kız konuyu uzatmıyor ve önerdiğim yazarları saymaya başlıyor. ‘’Kaçını okudun?’’ diyorum. ‘’Hiç’’ diyor. Neden battığımı artık daha iyi anlıyorum. Arkadaşlarının çağırması üzerine kız iyi akşamlar deyip gidiyor yanımdan, boktan muhabbetlerine devam ediyorlar. Çevredeki herkes halinden çok memnun görünüyor. Sağ taraftaki çift yüksek ihtimalle ilk buluşmalarında, onların yan masasındaki dört kişilik arkadaş grubu kafayı bulmuş ve kızarmış patatese abanıyorlar, yan varildeki adam yanındaki çirkin ama açık giyinmiş kadını yatağa atabilmek için türlü numaralar yapıyor. Hayvanat bahçesinden farksız bir yer burası, otur ve insanların neler yaptıklarına bak. İş yoğunluğundan ya da bir takım saçma sebeplerden dolayı haftanın tek günü içmeye çıkan adamların kurduğu saçma cümleleri dinle, hayat hakkında ne yapacağını değil ama ne yapmayacağına dair yüksek oranda fikir verir o boktan cümleler.

Böyle biri olmak istemedim hiçbir zaman, sürüye ait olmayı istemedim. Kaçabildiğim her şeyden kaçmaya çalıştım. Aykırı olma arzusu değildi bu, hiçbir şeye ait hissedememekti kendini. Ne aileme, ne yaptığım işlere, ne sevdiğim kadına, ne de tuttuğum takıma. Farkındalık bizi gün geçtikçe zehirliyor. Geçen her saniyede daha da mutsuz hissediyorum kendimi. Yapay mutlulukları yavaş yavaş tüketiyorum. İlerideki masada süveter giyip, berbat bir kokteyl söylemiş adama imreniyorum. Yarım saat arayla bir yudum alıp sürekli gülüyor ve bir şeyler anlatıp yanındaki insanların da gülmesini sağlıyor. Böyle adamlara nefret beslerdim eskiden ama artık içimden sövmeye bile gücüm kalmadı. Çünkü böyle mutlular, böyle ayakta kalıyorlar. Burası bir savaş alanı ve ben silah tutmasını beceremeyen en çelimsiz askerim.

Biraları devirdikçe kendime olan nefretim katlanıyor. Kafamı duvarlara vurmak istiyorum, acı çekerek kendimi öldürmek istiyorum. Yaşamaya hakkım olmadığını düşünüyorum, çektiğim her nefeste zehirleniyormuş gibi hissediyorum. Yavaş yavaş boğuluyorum. Bir çıkar yolu yok önümde. Ha şimdi ölmüşüm ha elli yıl sonra, ikisinin arasında hiçbir fark yok. Orta çağ avrupasında bir köylü olmayı isterdim, ya da Çanakkale savaşında beynine mermi yiyen herhangi bir çocuk, anlamsızlığın ortasında anlamsız bir ölüm. Ölmek şu yaşadığımız dönemde artık çok daha zor ve aynı oranda kolay. Kendimizi bin bir çeşit şekilde öldürebiliriz ama çevre faktörleri git gide azalıyor. Altmışlı yaşlarda ölen insanlar için daha gençti diyorlar. Karşılarındakini ölüme yakıştıramadıkları için değil, kendileri o yaşlarda ölmek istemediği için. Kendime duyduğum nefret arttıkça insanlardan nefret etmemeye başlıyorum, aciz hissediyorum. Ayaklarım tutmuyor sanki, beynim durmuş ve iç organlarım iflasın eşiğinde. Yok olmayı istiyorum aniden, hiç var olmamayı. Bu beden benim bedenim değil, aklımdan geçenler benim düşüncelerim değil. Aynaya baktığımda karşımda gördüğüm yüz benim yüzüm değil. Hiç var olmadım belki de, bu yüzden asla yok da olmayacağım.

Kalan biramı dikip çıkıyorum bardan. Bir sigara yakıyorum ve düşündüğüm her şeyin anlamsız olduğuna kanaat getiriyorum. Eve dönerken Efe’nin kurduğu bir cümle aklıma geliyor; ‘’İnsan bazı gecelerde otuz bir çekip ardından yatmasını bilmeli.’’ Hafifçe gülümsüyorum ve buz gibi soğukta ellerim cebimde yürümeye devam ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki Adam Dört Bira

  Sıcak bir yaz gecesinde iki yakın arkadaş bara otururlar, iki bira söylerler. Biralar gelene kadar pek konuşmazlar, tek iletişimleri çakma...