Aranıyorum, ölü ya da diri. İkinci biram geldiği anda Bon
Jovi’den Wanted Dead or Alive çalmaya başlıyor. Etrafıma baktığımda benden
başka tek takılan kimsenin olmaması iyi mi hissettiriyor yoksa kötü mü
bilemiyorum. Eski Amerikan barlarındaki yalnız kovboylar gibi hissetmeye
başlıyorum kendimi. Dışarıda bir atı olan ve geri dönebilmek için gidebileceği
en uzak mesafeye gitmeye çalışan. Bunu yapabilecek biri değilsin diyorum
içimden, korkak ve sıkılgansın. Aklımda bu düşünceler dolanırken bir kız
geliyor yanıma, beni nereden tanıdığını soruyor. Kafası yeterince güzel,
göğüsleri de tabi. ‘’Bilmiyorum’’ diyorum. ‘’Büyük bir şehir değil burası,
birçok yerden tanıyabilirsin.’’ ‘’Sahafın vardı değil mi?’’ diyor biraz
sallanarak. ‘’Evet’’ diyorum. ‘’Ben seni hatırlayamadım ama, malum çok müşterim
yoktu.’’ Sigara yakıyor ve o zamanlarda çok çirkin olduğundan bahsediyor. ‘’Çok
da çirkin değilsindir’’ diyorum biraz yavşakça bir şekilde. Kız konuyu
uzatmıyor ve önerdiğim yazarları saymaya başlıyor. ‘’Kaçını okudun?’’ diyorum.
‘’Hiç’’ diyor. Neden battığımı artık daha iyi anlıyorum. Arkadaşlarının çağırması
üzerine kız iyi akşamlar deyip gidiyor yanımdan, boktan muhabbetlerine devam
ediyorlar. Çevredeki herkes halinden çok memnun görünüyor. Sağ taraftaki çift
yüksek ihtimalle ilk buluşmalarında, onların yan masasındaki dört kişilik
arkadaş grubu kafayı bulmuş ve kızarmış patatese abanıyorlar, yan varildeki
adam yanındaki çirkin ama açık giyinmiş kadını yatağa atabilmek için türlü
numaralar yapıyor. Hayvanat bahçesinden farksız bir yer burası, otur ve
insanların neler yaptıklarına bak. İş yoğunluğundan ya da bir takım saçma
sebeplerden dolayı haftanın tek günü içmeye çıkan adamların kurduğu saçma
cümleleri dinle, hayat hakkında ne yapacağını değil ama ne yapmayacağına dair
yüksek oranda fikir verir o boktan cümleler.
Böyle biri olmak istemedim hiçbir zaman, sürüye ait olmayı
istemedim. Kaçabildiğim her şeyden kaçmaya çalıştım. Aykırı olma arzusu değildi
bu, hiçbir şeye ait hissedememekti kendini. Ne aileme, ne yaptığım işlere, ne
sevdiğim kadına, ne de tuttuğum takıma. Farkındalık bizi gün geçtikçe
zehirliyor. Geçen her saniyede daha da mutsuz hissediyorum kendimi. Yapay
mutlulukları yavaş yavaş tüketiyorum. İlerideki masada süveter giyip, berbat
bir kokteyl söylemiş adama imreniyorum. Yarım saat arayla bir yudum alıp
sürekli gülüyor ve bir şeyler anlatıp yanındaki insanların da gülmesini
sağlıyor. Böyle adamlara nefret beslerdim eskiden ama artık içimden sövmeye
bile gücüm kalmadı. Çünkü böyle mutlular, böyle ayakta kalıyorlar. Burası bir
savaş alanı ve ben silah tutmasını beceremeyen en çelimsiz askerim.
Biraları devirdikçe kendime olan nefretim katlanıyor. Kafamı
duvarlara vurmak istiyorum, acı çekerek kendimi öldürmek istiyorum. Yaşamaya
hakkım olmadığını düşünüyorum, çektiğim her nefeste zehirleniyormuş gibi
hissediyorum. Yavaş yavaş boğuluyorum. Bir çıkar yolu yok önümde. Ha şimdi
ölmüşüm ha elli yıl sonra, ikisinin arasında hiçbir fark yok. Orta çağ
avrupasında bir köylü olmayı isterdim, ya da Çanakkale savaşında beynine mermi
yiyen herhangi bir çocuk, anlamsızlığın ortasında anlamsız bir ölüm. Ölmek şu yaşadığımız
dönemde artık çok daha zor ve aynı oranda kolay. Kendimizi bin bir çeşit
şekilde öldürebiliriz ama çevre faktörleri git gide azalıyor. Altmışlı yaşlarda
ölen insanlar için daha gençti diyorlar. Karşılarındakini ölüme
yakıştıramadıkları için değil, kendileri o yaşlarda ölmek istemediği için.
Kendime duyduğum nefret arttıkça insanlardan nefret etmemeye başlıyorum, aciz
hissediyorum. Ayaklarım tutmuyor sanki, beynim durmuş ve iç organlarım iflasın
eşiğinde. Yok olmayı istiyorum aniden, hiç var olmamayı. Bu beden benim bedenim
değil, aklımdan geçenler benim düşüncelerim değil. Aynaya baktığımda karşımda
gördüğüm yüz benim yüzüm değil. Hiç var olmadım belki de, bu yüzden asla yok da
olmayacağım.
Kalan biramı dikip çıkıyorum bardan. Bir sigara yakıyorum ve
düşündüğüm her şeyin anlamsız olduğuna kanaat getiriyorum. Eve dönerken Efe’nin
kurduğu bir cümle aklıma geliyor; ‘’İnsan bazı gecelerde otuz bir çekip
ardından yatmasını bilmeli.’’ Hafifçe gülümsüyorum ve buz gibi soğukta ellerim
cebimde yürümeye devam ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder