Çıkalı henüz iki hafta olmuş olmamış ilk romanımdan on
tanesini tozlu, siyah bir poşete koyup Emek Kitabevi’ne giriyorum. Serkan abi
geleceğimi bildiği için pek şaşırmıyor. ‘’Taze yazarımız da gelmiş’’ diyerek
hemen yanındaki kişisel gelişim kitaplarına göz gezdiren kırklı yaşlardaki
adama beni tanıtıyor. Adam pek oralı olmuyor haliyle, çokça başıma gelen bir
şey bu. Ömrü boyunca yazmak isteyip de götünü sandalyeye bir türlü koyamayan
her kitap sever, yirmilerinin ortasında ilk kitabını çıkarmış gençleri pek
sevmezler. Ama adam yine de alıyor kitabı, bir de imza istiyor. Buraya gelmemin
amacı da zaten elimdeki on kitabı en kısa sürede satmak ve kazandığım paralarla
bira içmeye gitmek. O yüzden kimin aldığının pek bir önemi yok. Yeni gelen
Bukowski kitaplarına bakıyorum, hepsi elimde var. Irvıne Welsh’in Porno’su için
indirim istiyorum Serkan abiden ama yok, indirimli hali bile yeterince pahalı.
Sigara içmeye çıkarken dükkan yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Ben dışardayken
Serkan abi bir tane satmış bile, imza için bağırıyor içeriden. Tatlı bir kıza
benziyor, ismini soruyorum ve imzamı atıyorum. ‘’Böyle her sattığımızı
imzalayacak mıyım?’’ diyorum Serkan abiyle uğraşır bir ses tonunda. ‘’Yavşağa
bak’’ deyip gülüyor. Kaybedenler Kulübü Yolda’nın senaryo kitabını kurcalıyorum
biraz, ardından tekrar sigara. Sigarayı atıp içeri girdiğimde kızın biri benim
romanı kurcalıyor. ‘’Güzel kitaptır’’ diyorum. ‘’Okudunuz mu?’’ diyor. Serkan
abi beni işaret ederek ‘’Kitabın yazarıdır kendisi’’ diyor. Kız şaşırıyor ve
‘’Sende hiç yazar tipi yok ama’’ diyor. ‘’Yazarlar neye benzer?’’ diyerek bir
klişeyi yaşatıyorum. ‘’Bilmem ki’’ diyor. ‘’Fötr şapkan ve fuların olması
lazım.’’ ‘’Onları üçüncü romandan sonra takacağım’’ diyorum dalga geçerek. Kız
cevap vermiyor ve Zweig’ın herhangi bir aç bitir kitabını alıp çıkıyor.
Dokuz kitap satılıyor öğleden sonraya doğru. Tam çıkmaya
hazırlanırken bir kız giriyor içeri. Küt saçlı, beyaz tenli ve üstündeki
‘’Drink More Beer’’ tişörtünden anladığım kadarıyla giyinmesini bilen bir kız.
Serkan abi kızı tanıdığı için hafif sitemli bir ses tonuyla ‘’Nerelerdesin kız
ne zamandır?’’ diyor, ardından ikimizi tanıştırıyor. ‘’Ahmet’in de yeni romanı
çıktı’’ diyor. ‘’Aynı zamanda albümü var ve blues grubuyla sahne de alıyor.’’
Kız içten bir şekilde ‘’Eyvah düşüyorum’’ deyip gülüyor, ben de zafer işareti
yapıyorum. Ardından romanın arka kapağını okumaya başlıyor. ‘’Romanın ismine
aldanma’’ diyorum. ‘’Çok fazla cinsellik yok.’’ ‘’Olsa bile ne olacak ki?’’
diyor. Gün içinde her beş kişiden üçüne kitabın cinsellik üstüne bir roman
olmadığını anlatmaya çalıştığımdan bahsediyorum kıza. ‘’Belki sen de öyle
anlarsın sandım’’ diyorum. ‘’Millete aldanma’’ diyor. ‘’İnsanlar mal.’’ Sigara
içmeyi teklif ediyorum, kabul ediyor ve çıkıyoruz. ‘’Şu cahillere bak’’ diyor
yoldan geçen onlarca insanı göstererek. ‘’Kendilerini dünyanın sahibi
zannediyorlar.’’ ‘’Ömer Hayyam’’ diyorum. ‘’Severim.’’ Pek konuşmadan öylece
dikilip insanları izliyoruz sadece. ‘’Bir roman yazmış olmaktan mutlu musun?’’
diyor. ‘’Sanmam’’ diyorum. ‘’Yazmamış olmayı dilediğim çokça ânım oldu.’’ Kızda
adını koyamadığım garip bir şeylerin olduğunu fark ediyorum. Sanki yıllardır
tanışıyormuşuz gibi geliyor, ne sorarsam sorayım alacağım cevapları içten içe
biliyorum. İçeri girip birkaç Hemingway kitabı kurcalamaya başlıyor. İçerisi
iyice kalabalıklaşmış biz sigaradayken. Yaşlı Adam ve Deniz’i raftan çekip
alıyor. ‘’Okumalısın mutlaka.’’ O benim romanımı, ben de Yaşlı Adam ve Deniz’i
alıp çıkıyoruz. İkimizin de aklında tek bir soru var gibi, dayanamayıp
yapıştırıyorum; ‘’Bira mı içsek?’’ ‘’Aklımı okudun ama buna şaşırmıyorum’’
diyor ve herhangi bir boktan bara gitmek yerine evine gitmeyi teklif ediyor,
tartışmasız kabul ediyorum.
Tekelden dörder bira alıp eve geçiyoruz, iki paket de Camel
soft. Uzun zaman sonra ilk defa bir kıza bu denli heyecan duyuyorum. ‘’Açmamı
istediğin bir şarkı var mı?’’ diye soruyor. ‘’Fark etmez’’ diyorum.
Motörhead’den God Was Never on Your Side’ı açıyor, çok severim. Üstünü
değiştirmek için odasına geçtiğinde kitaplığını kurcalamaya başlıyorum. Nick
Cave’in Kusmuk Torbası Şarkısı’nı alıp en sevdiğim bölümü okuyorum. ‘’Biliyor
musun bu kitabı’’ diyor ve biraları getiriyor. ‘’Evet’’ diyorum. ‘’Kitap
fuarında şans eseri rastlayıp hemen almıştım.’’ ‘’Ben de İzmir’de boktan bir
sahaftan yürütmüştüm’’ diyor. Koltuğa geçip biraları açıyoruz, hiç konuşmuyoruz
neredeyse. Bir anda odasına gidiyor ve sarılmış bir şekilde ot getiriyor. Arka
fonda Philip Sayce’den Alchemy, hiç tanımadığım bir kızın evinde kaliteli bir
ot ve bira. İyice gevşiyoruz sigaranın sonlarına doğru. Kalan son biramı açıp
kafamı koltuğa yaslıyorum ve yanıma geliyor. Bu denli bir cinsel gerilimi uzun
zamandır yaşamadığımı fark ediyorum tekrardan. Kafasını omzuma koyuyor.
Romantikleşmek de istemiyorum, kızı sikip ardından gitmek de, bu duyguya çok
yabancılaşmışım. Ama dayanamayıp dudağına bir öpücük konduruyorum. Ardından
yanağından boynuna doğru inmeye başlıyorum. Tişörtünü çıkarırken dudağıma
yapışıyor. Durduramıyoruz kendimizi, sütyenini çıkarıp göğüs uçlarını ısırmaya
başlıyorum. Kız da pantolonumu çıkartmaya çalışıyor can havliyle. ‘’Bekle’’
diyorum ve çıkarmasına yardım ediyorum. Hayatımın en güzel saksosunu çekmeye
başlıyor. Erken gelmekten korktuğum için çok uzun tutmuyorum. Kızı yatırıyorum
ve oral sekse başlıyorum. Temposu yavaş yavaş artan dil darbeleriyle beraber
parmağımı da sokup çıkarıyorum. İnledikçe daha da hızlanıyorum. Artık
dayanılmaz bir noktaya geliyoruz ve içine giriyorum. Bu sefer yavaş yavaş
hızlanmak yok, tempoyu çok hızlı alıyorum. Erken gelmekten de korkmuyorum
artık, içimdeki bu hayvani dürtüyü baskılamak istemiyorum. Defalarca sevişmiş
gibiyiz, seks esnasında çok iyi tanıyoruz birbirimizi. Pozisyon değiştirip
kucağıma alıyorum ve daha da hızlanıyoruz. Vücudunda dokunduğum neresi varsa alev
alev yanıyor ve bu beni daha da fazla iştaha getiriyor. Seksi bu kadar
anlamsızlaştırdığım bir dönemde böylesine bir kadına rastladığım için çok iyi
hissediyorum. Ve sonunda, boşalıyorum.
Terden sırılsıklamız, yorgunluktan sehpada duran sigaraya
uzanmaya bile üşeniyorum. Olduğumuz yerde kalıyoruz ikimiz de. Hemen giyinip
gitmek istemiyorum, işin en güzel taraflarından biri de bu. ‘’Bu yaşadığımız
seksi yazacak mısın?’’ diye soruyor, hafifçe gülümsüyor ve sehpadan sigara
paketini alıp bana ve kendine yakıyor birer tane. ‘’Şuan en son düşündüğüm şey
bir şeyler yazmak’’ diyorum ve sigaramdan derin bir nefes çekiyorum. Kızı
izlemeye başlıyorum, çok güzel gözüküyor çıplak bir şekilde bacak bacak üstüne
atmış haliyle sigarasını içerken. Bir tablonun içinde gibiyiz sanki. En son ne
zaman seviştikten sonra bir kızın bu kadar güzel gözüktüğünü hatırlamaya çalışıyorum
ama bulamıyorum. Elimden tutup kaldırıyor beni, yatak odasına gidip yatıyoruz. Arka
planda Scorpions’dan When the Smoke Is Going Down çalmaya devam ederken, uykuya
dalıyorum.
okumadım ama yine bira içip kadınlarımıza halleniyorsun ve tam o sırada sevdiğin şarkı çalıyor.
YanıtlaSil