Boş sigara paketini buruşturup fırlatıyorum masaya, ardından
biram geliyor. Gece saat on ikiye yaklaşıyor, etrafta pek ayık insan kalmadı.
Yan masada iki tane çıtır denilebilecek kız var. Birinin saçları ve dövmeleri
fazlasıyla dikkat çekici, ötekininse göğüsleri. Göğüsleri güzel olan kız diğer
kıza oranla biraz daha sarhoş. Arada bana bakıp hemen kafalarını çeviriyorlar,
ortalama erkekleri övdükleri vasat muhabbetlerine devam ediyorlar. Yanımdaki
diğer masada ise kalabalık bir arkadaş grubu var, dört erkek ve iki kadın.
Kadınlardan birinin yanında sevgilisi olmasına rağmen fazlaca kesiyor beni, bu
gece dayak yemek istemediğim için göz göze gelmemeye çalışıyorum. Masaya biraz
daha dikkat kesildiğimde kalan tek kızı kimin sikmek istediğini hemen fark
ediyorum. Kızın tam karşısında oturan ve en son dolar sekiz dolaylarındayken
sevişmiş olduğunu tahmin ettiğim temiz yüzlü dağ ayısı. Adam sürekli bağırarak
konuşarak masadaki diğer erkeklerin sesini bastırmaya çalışıyor ve kız ne derse
desin ters düşmeye özen gösteriyor, anlamak pek zor değil. Ardından kendime
geri dönüyorum. Masanın üzerinde buruşmuş sigara paketi, yarısı içilmiş bira
şişesi, bakkaldan alınan beş liralık çakmak, ağzına kadar dolu küllük ve iki
saat kadar önce aldığım küçük İskender’in bir kitabı var. ‘’Burada ne
arıyorsun?’’ diyorum kendi kendime. ‘’Ne işin var burada?’’ Nerede olduğum fark
etmeksizin çokça sorduğum bir soru bu son zamanlarda. Sosyalleşmek mi
istiyorsun? Tek başına içmeye çıkmak sosyalleşmek değildir. Seks mi arıyorsun?
Hemen yanındaki göğüsleri güzel olan kızı siktikten sonra yaşayacağın ruh
halini çok iyi biliyorsun. Yalnızlık tribine mi girmek istiyorsun? O tripte
olmadığın başka bir anın yok artık hayatında. Ne yaparsam ve nerede olursam
olayım aynı soru dönüyor beynimin en uç kıvrımlarında. Kendimden çok
uzaklaşmışım gibi hissediyorum ve bu uzaklaşma şiddetle artıyor her geçen
saniyede. Hayatımda ilk defa bir şeylere aidiyet gütmek istiyorum, çırılçıplak
bir şekilde kalabalık bir sokağın ortasında savunmasız bir şekilde bekliyorum
sanki. Bir bira daha söylüyorum ardından, bir sigara daha yakıyorum. Derin bir
iç çekiş ve güçlü bir yudum.
Mekan iyice boşaldı artık, birkaç masa dışında kimse kalmadı.
Oturduğum sandalyeye çivilenmiş gibiyim, kalkmak gelmiyor içimden. Eve de hiç
gidesim yok zaten. Ama yine de biramı dipleyip çıkıyorum dışarı. Hafif bir
soğuk çarpıyor yüzüme, biraz kendime geliyorum. Tekele gidip üç bira daha
alıyorum ve bankın birine çöküyorum. Etraf iyice sessizleşiyor her bir sigara
yakışımda. Bu sessizliği özlediğimi fark ediyorum. Hayatım son sekiz-dokuz aydır
bir roller coaster treni gibi ve cebimde de bir self-destruction butonu var. Bu
yüzden uzaklaştım belki de kendimden. Durup kendimi dinlediğim anlar eskiye
kıyasla yadsınamayacak bir oranda azaldı. Sürekli birileri geliyor, birileri
gidiyor, birileri konuşuyor, birileri bağırıyor. Zihnen ve bedenen çok yorgunum,
geçeceğini sanmadığım bir yorgunluk bu. Kendimi iyi hissettiğim anlarda da, bok
gibi geçirdiğim gecelerde de şiddetlenerek artacak bu yorgunluğum.
Kalan birayı bitirip eve doğru yürümeye başlıyorum ve kulaklığımı
takıp bir sigara yakıyorum. Emre Nalbantoğlu’ndan Yansam çalmaya başlıyor,
sokak daha da sessizleşiyor…