5 Ocak 2023 Perşembe

Taze Yazar Günlükleri

 

Çıkalı henüz iki hafta olmuş olmamış ilk romanımdan on tanesini tozlu, siyah bir poşete koyup Emek Kitabevi’ne giriyorum. Serkan abi geleceğimi bildiği için pek şaşırmıyor. ‘’Taze yazarımız da gelmiş’’ diyerek hemen yanındaki kişisel gelişim kitaplarına göz gezdiren kırklı yaşlardaki adama beni tanıtıyor. Adam pek oralı olmuyor haliyle, çokça başıma gelen bir şey bu. Ömrü boyunca yazmak isteyip de götünü sandalyeye bir türlü koyamayan her kitap sever, yirmilerinin ortasında ilk kitabını çıkarmış gençleri pek sevmezler. Ama adam yine de alıyor kitabı, bir de imza istiyor. Buraya gelmemin amacı da zaten elimdeki on kitabı en kısa sürede satmak ve kazandığım paralarla bira içmeye gitmek. O yüzden kimin aldığının pek bir önemi yok. Yeni gelen Bukowski kitaplarına bakıyorum, hepsi elimde var. Irvıne Welsh’in Porno’su için indirim istiyorum Serkan abiden ama yok, indirimli hali bile yeterince pahalı. Sigara içmeye çıkarken dükkan yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Ben dışardayken Serkan abi bir tane satmış bile, imza için bağırıyor içeriden. Tatlı bir kıza benziyor, ismini soruyorum ve imzamı atıyorum. ‘’Böyle her sattığımızı imzalayacak mıyım?’’ diyorum Serkan abiyle uğraşır bir ses tonunda. ‘’Yavşağa bak’’ deyip gülüyor. Kaybedenler Kulübü Yolda’nın senaryo kitabını kurcalıyorum biraz, ardından tekrar sigara. Sigarayı atıp içeri girdiğimde kızın biri benim romanı kurcalıyor. ‘’Güzel kitaptır’’ diyorum. ‘’Okudunuz mu?’’ diyor. Serkan abi beni işaret ederek ‘’Kitabın yazarıdır kendisi’’ diyor. Kız şaşırıyor ve ‘’Sende hiç yazar tipi yok ama’’ diyor. ‘’Yazarlar neye benzer?’’ diyerek bir klişeyi yaşatıyorum. ‘’Bilmem ki’’ diyor. ‘’Fötr şapkan ve fuların olması lazım.’’ ‘’Onları üçüncü romandan sonra takacağım’’ diyorum dalga geçerek. Kız cevap vermiyor ve Zweig’ın herhangi bir aç bitir kitabını alıp çıkıyor.

Dokuz kitap satılıyor öğleden sonraya doğru. Tam çıkmaya hazırlanırken bir kız giriyor içeri. Küt saçlı, beyaz tenli ve üstündeki ‘’Drink More Beer’’ tişörtünden anladığım kadarıyla giyinmesini bilen bir kız. Serkan abi kızı tanıdığı için hafif sitemli bir ses tonuyla ‘’Nerelerdesin kız ne zamandır?’’ diyor, ardından ikimizi tanıştırıyor. ‘’Ahmet’in de yeni romanı çıktı’’ diyor. ‘’Aynı zamanda albümü var ve blues grubuyla sahne de alıyor.’’ Kız içten bir şekilde ‘’Eyvah düşüyorum’’ deyip gülüyor, ben de zafer işareti yapıyorum. Ardından romanın arka kapağını okumaya başlıyor. ‘’Romanın ismine aldanma’’ diyorum. ‘’Çok fazla cinsellik yok.’’ ‘’Olsa bile ne olacak ki?’’ diyor. Gün içinde her beş kişiden üçüne kitabın cinsellik üstüne bir roman olmadığını anlatmaya çalıştığımdan bahsediyorum kıza. ‘’Belki sen de öyle anlarsın sandım’’ diyorum. ‘’Millete aldanma’’ diyor. ‘’İnsanlar mal.’’ Sigara içmeyi teklif ediyorum, kabul ediyor ve çıkıyoruz. ‘’Şu cahillere bak’’ diyor yoldan geçen onlarca insanı göstererek. ‘’Kendilerini dünyanın sahibi zannediyorlar.’’ ‘’Ömer Hayyam’’ diyorum. ‘’Severim.’’ Pek konuşmadan öylece dikilip insanları izliyoruz sadece. ‘’Bir roman yazmış olmaktan mutlu musun?’’ diyor. ‘’Sanmam’’ diyorum. ‘’Yazmamış olmayı dilediğim çokça ânım oldu.’’ Kızda adını koyamadığım garip bir şeylerin olduğunu fark ediyorum. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi geliyor, ne sorarsam sorayım alacağım cevapları içten içe biliyorum. İçeri girip birkaç Hemingway kitabı kurcalamaya başlıyor. İçerisi iyice kalabalıklaşmış biz sigaradayken. Yaşlı Adam ve Deniz’i raftan çekip alıyor. ‘’Okumalısın mutlaka.’’ O benim romanımı, ben de Yaşlı Adam ve Deniz’i alıp çıkıyoruz. İkimizin de aklında tek bir soru var gibi, dayanamayıp yapıştırıyorum; ‘’Bira mı içsek?’’ ‘’Aklımı okudun ama buna şaşırmıyorum’’ diyor ve herhangi bir boktan bara gitmek yerine evine gitmeyi teklif ediyor, tartışmasız kabul ediyorum.

Tekelden dörder bira alıp eve geçiyoruz, iki paket de Camel soft. Uzun zaman sonra ilk defa bir kıza bu denli heyecan duyuyorum. ‘’Açmamı istediğin bir şarkı var mı?’’ diye soruyor. ‘’Fark etmez’’ diyorum. Motörhead’den God Was Never on Your Side’ı açıyor, çok severim. Üstünü değiştirmek için odasına geçtiğinde kitaplığını kurcalamaya başlıyorum. Nick Cave’in Kusmuk Torbası Şarkısı’nı alıp en sevdiğim bölümü okuyorum. ‘’Biliyor musun bu kitabı’’ diyor ve biraları getiriyor. ‘’Evet’’ diyorum. ‘’Kitap fuarında şans eseri rastlayıp hemen almıştım.’’ ‘’Ben de İzmir’de boktan bir sahaftan yürütmüştüm’’ diyor. Koltuğa geçip biraları açıyoruz, hiç konuşmuyoruz neredeyse. Bir anda odasına gidiyor ve sarılmış bir şekilde ot getiriyor. Arka fonda Philip Sayce’den Alchemy, hiç tanımadığım bir kızın evinde kaliteli bir ot ve bira. İyice gevşiyoruz sigaranın sonlarına doğru. Kalan son biramı açıp kafamı koltuğa yaslıyorum ve yanıma geliyor. Bu denli bir cinsel gerilimi uzun zamandır yaşamadığımı fark ediyorum tekrardan. Kafasını omzuma koyuyor. Romantikleşmek de istemiyorum, kızı sikip ardından gitmek de, bu duyguya çok yabancılaşmışım. Ama dayanamayıp dudağına bir öpücük konduruyorum. Ardından yanağından boynuna doğru inmeye başlıyorum. Tişörtünü çıkarırken dudağıma yapışıyor. Durduramıyoruz kendimizi, sütyenini çıkarıp göğüs uçlarını ısırmaya başlıyorum. Kız da pantolonumu çıkartmaya çalışıyor can havliyle. ‘’Bekle’’ diyorum ve çıkarmasına yardım ediyorum. Hayatımın en güzel saksosunu çekmeye başlıyor. Erken gelmekten korktuğum için çok uzun tutmuyorum. Kızı yatırıyorum ve oral sekse başlıyorum. Temposu yavaş yavaş artan dil darbeleriyle beraber parmağımı da sokup çıkarıyorum. İnledikçe daha da hızlanıyorum. Artık dayanılmaz bir noktaya geliyoruz ve içine giriyorum. Bu sefer yavaş yavaş hızlanmak yok, tempoyu çok hızlı alıyorum. Erken gelmekten de korkmuyorum artık, içimdeki bu hayvani dürtüyü baskılamak istemiyorum. Defalarca sevişmiş gibiyiz, seks esnasında çok iyi tanıyoruz birbirimizi. Pozisyon değiştirip kucağıma alıyorum ve daha da hızlanıyoruz. Vücudunda dokunduğum neresi varsa alev alev yanıyor ve bu beni daha da fazla iştaha getiriyor. Seksi bu kadar anlamsızlaştırdığım bir dönemde böylesine bir kadına rastladığım için çok iyi hissediyorum. Ve sonunda, boşalıyorum.

Terden sırılsıklamız, yorgunluktan sehpada duran sigaraya uzanmaya bile üşeniyorum. Olduğumuz yerde kalıyoruz ikimiz de. Hemen giyinip gitmek istemiyorum, işin en güzel taraflarından biri de bu. ‘’Bu yaşadığımız seksi yazacak mısın?’’ diye soruyor, hafifçe gülümsüyor ve sehpadan sigara paketini alıp bana ve kendine yakıyor birer tane. ‘’Şuan en son düşündüğüm şey bir şeyler yazmak’’ diyorum ve sigaramdan derin bir nefes çekiyorum. Kızı izlemeye başlıyorum, çok güzel gözüküyor çıplak bir şekilde bacak bacak üstüne atmış haliyle sigarasını içerken. Bir tablonun içinde gibiyiz sanki. En son ne zaman seviştikten sonra bir kızın bu kadar güzel gözüktüğünü hatırlamaya çalışıyorum ama bulamıyorum. Elimden tutup kaldırıyor beni, yatak odasına gidip yatıyoruz. Arka planda Scorpions’dan When the Smoke Is Going Down çalmaya devam ederken, uykuya dalıyorum.

2 Ocak 2023 Pazartesi

 

Aranıyorum, ölü ya da diri. İkinci biram geldiği anda Bon Jovi’den Wanted Dead or Alive çalmaya başlıyor. Etrafıma baktığımda benden başka tek takılan kimsenin olmaması iyi mi hissettiriyor yoksa kötü mü bilemiyorum. Eski Amerikan barlarındaki yalnız kovboylar gibi hissetmeye başlıyorum kendimi. Dışarıda bir atı olan ve geri dönebilmek için gidebileceği en uzak mesafeye gitmeye çalışan. Bunu yapabilecek biri değilsin diyorum içimden, korkak ve sıkılgansın. Aklımda bu düşünceler dolanırken bir kız geliyor yanıma, beni nereden tanıdığını soruyor. Kafası yeterince güzel, göğüsleri de tabi. ‘’Bilmiyorum’’ diyorum. ‘’Büyük bir şehir değil burası, birçok yerden tanıyabilirsin.’’ ‘’Sahafın vardı değil mi?’’ diyor biraz sallanarak. ‘’Evet’’ diyorum. ‘’Ben seni hatırlayamadım ama, malum çok müşterim yoktu.’’ Sigara yakıyor ve o zamanlarda çok çirkin olduğundan bahsediyor. ‘’Çok da çirkin değilsindir’’ diyorum biraz yavşakça bir şekilde. Kız konuyu uzatmıyor ve önerdiğim yazarları saymaya başlıyor. ‘’Kaçını okudun?’’ diyorum. ‘’Hiç’’ diyor. Neden battığımı artık daha iyi anlıyorum. Arkadaşlarının çağırması üzerine kız iyi akşamlar deyip gidiyor yanımdan, boktan muhabbetlerine devam ediyorlar. Çevredeki herkes halinden çok memnun görünüyor. Sağ taraftaki çift yüksek ihtimalle ilk buluşmalarında, onların yan masasındaki dört kişilik arkadaş grubu kafayı bulmuş ve kızarmış patatese abanıyorlar, yan varildeki adam yanındaki çirkin ama açık giyinmiş kadını yatağa atabilmek için türlü numaralar yapıyor. Hayvanat bahçesinden farksız bir yer burası, otur ve insanların neler yaptıklarına bak. İş yoğunluğundan ya da bir takım saçma sebeplerden dolayı haftanın tek günü içmeye çıkan adamların kurduğu saçma cümleleri dinle, hayat hakkında ne yapacağını değil ama ne yapmayacağına dair yüksek oranda fikir verir o boktan cümleler.

Böyle biri olmak istemedim hiçbir zaman, sürüye ait olmayı istemedim. Kaçabildiğim her şeyden kaçmaya çalıştım. Aykırı olma arzusu değildi bu, hiçbir şeye ait hissedememekti kendini. Ne aileme, ne yaptığım işlere, ne sevdiğim kadına, ne de tuttuğum takıma. Farkındalık bizi gün geçtikçe zehirliyor. Geçen her saniyede daha da mutsuz hissediyorum kendimi. Yapay mutlulukları yavaş yavaş tüketiyorum. İlerideki masada süveter giyip, berbat bir kokteyl söylemiş adama imreniyorum. Yarım saat arayla bir yudum alıp sürekli gülüyor ve bir şeyler anlatıp yanındaki insanların da gülmesini sağlıyor. Böyle adamlara nefret beslerdim eskiden ama artık içimden sövmeye bile gücüm kalmadı. Çünkü böyle mutlular, böyle ayakta kalıyorlar. Burası bir savaş alanı ve ben silah tutmasını beceremeyen en çelimsiz askerim.

Biraları devirdikçe kendime olan nefretim katlanıyor. Kafamı duvarlara vurmak istiyorum, acı çekerek kendimi öldürmek istiyorum. Yaşamaya hakkım olmadığını düşünüyorum, çektiğim her nefeste zehirleniyormuş gibi hissediyorum. Yavaş yavaş boğuluyorum. Bir çıkar yolu yok önümde. Ha şimdi ölmüşüm ha elli yıl sonra, ikisinin arasında hiçbir fark yok. Orta çağ avrupasında bir köylü olmayı isterdim, ya da Çanakkale savaşında beynine mermi yiyen herhangi bir çocuk, anlamsızlığın ortasında anlamsız bir ölüm. Ölmek şu yaşadığımız dönemde artık çok daha zor ve aynı oranda kolay. Kendimizi bin bir çeşit şekilde öldürebiliriz ama çevre faktörleri git gide azalıyor. Altmışlı yaşlarda ölen insanlar için daha gençti diyorlar. Karşılarındakini ölüme yakıştıramadıkları için değil, kendileri o yaşlarda ölmek istemediği için. Kendime duyduğum nefret arttıkça insanlardan nefret etmemeye başlıyorum, aciz hissediyorum. Ayaklarım tutmuyor sanki, beynim durmuş ve iç organlarım iflasın eşiğinde. Yok olmayı istiyorum aniden, hiç var olmamayı. Bu beden benim bedenim değil, aklımdan geçenler benim düşüncelerim değil. Aynaya baktığımda karşımda gördüğüm yüz benim yüzüm değil. Hiç var olmadım belki de, bu yüzden asla yok da olmayacağım.

Kalan biramı dikip çıkıyorum bardan. Bir sigara yakıyorum ve düşündüğüm her şeyin anlamsız olduğuna kanaat getiriyorum. Eve dönerken Efe’nin kurduğu bir cümle aklıma geliyor; ‘’İnsan bazı gecelerde otuz bir çekip ardından yatmasını bilmeli.’’ Hafifçe gülümsüyorum ve buz gibi soğukta ellerim cebimde yürümeye devam ediyorum.

İki Adam Dört Bira

  Sıcak bir yaz gecesinde iki yakın arkadaş bara otururlar, iki bira söylerler. Biralar gelene kadar pek konuşmazlar, tek iletişimleri çakma...